30 Nisan 2012 Pazartesi

Gençliğimiz Soldu ERKEN

*non domandare

...
Unutmanın acısı, ayrılığın acısından farklı. Ayrılık hüzne yakın, unutmak kasvete. Yani birini er geç unutmaya mahkum olduğunu bilmenin kasvetinden bahsediyorum. Birini yavaş yavaş unuttuğunun bilincine vardığın anların sıkıntısından bahsediyorum. O kişinin parça parça silinip alakasız hatıraların arasına karışmasından bahsediyorum. Belki de neden bahsettiğimi bilmiyorum, sadece üzülüyorum, vasıfsız keder.
...
Erken Kaybedenler/Emrah Serbes

artık eskisi kadar kitap okumadığımın farkına varıp, kitaplara dönüşe karar verdiğim bi gün almıştım bu kitabı. Nedendir bilmiyorum kitapların ismi ruh halimle paralel ise o kitabı alırım. işte bu kitapta öyle takılmıştı gözüme erken kaybedenler. ohaa lan benim gibi bizim gibi erken kaybedenler varmış dedim ve kitabı aldım. gerçi kaybedişin erkeni geçi olmaz her kaybedilen erkenmiş gibi gelir.aynı şey gibi her ölüm erken ölümdür der gibi. yani kısacası insanoğlunun ''erken'' ile bi problemi var diye düşünüyorum.



son olarak erken kaybedenleri okurken ya da okumazken ya da kaybederken biyerlerde bu şarkıyı söyleyin. söyleyin ki aşkta kaybetmenin sadece size özgü olmadığını hatırlayın.
                                                                                 
                                                                      ölürüm ayrılmam derken,
                                                                                        kavuşmamız haram oldu.

17 Nisan 2012 Salı

Hiç kimseyi unutmazsın, sadece daha az hatırlarsın.











Allah da benim belamı sen diye vermiş ya neyleyeyim.




















                                                                                                                                         *negerekvar

16 Nisan 2012 Pazartesi

aşk neydi..bir sokak köpeğinin adı...

çakıl havuzu...:)


Selam ,,,

~~Bugün sözlerime başlarken buradan daha önce selam göndermediğim panamadaki dostlarıma selam göndermek istiyorum…çünkü Allah muhafaza selam yollamazsam nice olur o dostlarımın hali…

~~İkinci olarak dedelere selam yollamak istiyorum….şimdi dedeler ama dedeler kim? Onu bir açıklayacak olursak..efenim ben trenle yolculuk eden bir insanım günlerden bir gün yine trendeyim…söğütlüçeşme’den bindim ve nerdeyse son durağa kadar gideceğim….hava soğuk kasvetli…ıslanmışım donmuşum kapşonum kapalı…ama kapşonda baya büyük ..yüzümün yarısını kapatyor…kafanızda canlandıracak olursanız sadece yerleri ayakları falan görüyorum…baktım orda boş koltuk var…tanrımmmmmm hazine yani o boş koltuk tarifsiz mutlulukların şeyi..ne derler mutluluğun resmi gibi…neyse ben usul usul gittim tam oturacağım…bir tuhaflık bir şeyler …oturmamla kalkmam bir oldu …tam da oturdum mu oturmadım mı inanın bilmiyorum…sen oradan bir dede…resmen benimle yarışmış o koltuk için…saniye bile değil salise farkla gelmiş oturmuş…ne oldu bu durumda ben dedenin kucağına oturdum….daha da güzel olanı…hani herkes otururda bir kişi ayakta kalır herkes ona bakar ya…o bir kişi bendim ..ve ben gittim bide dedenin birinin kucağına oturdum…..o yolculuğun nasıl geçtiğini…inene kadar insanların nasıl güldüğünü ,ettiğini ne ben anlatayım ne siz sorun…

Ben asıl gafleti bunu arkadaslara anlatarak yaptığımı da bugün farkettm…bunlar artık dedeler aşağı dedeler yukarı…geçen twtrda tt olmuş şarkısözlerinidedelerledeğiştir ..bilen bilir….inanın bugn masamda söylenen şarkılar 500 kere tt yapmaya yeterdi…neyse ah dedeler sessiz dedeler kabus gibi çöker dedeler…….

*** önemli bir şey daha var …ben nezaman aşık olucam yarappim yaa…okuldaki köpeklerden başka beni seven yok…o kadar vahim ki durum “aşk” koydum köpeğin birinin adını…ama yani insan sarılmak istyo sevmek istyo…tamam köpeği de seviyorum ama sarılsan sarılamazsın kirli hayvan….çok yalnızım be blogcular… nasıl anlatsam mesela pilates kursu vardı okulda..gidelim dedik aradık konuştuk saatleri uymadı gitmedik…sonra öğrendim ki hocası ilkokul arkadaşımmış….dünya gerçekten küçük…o kadar küçük dünyada sen ruh eşini bulama…küfür efekti var burada ama duyamayabilirsiniz…boşlukları doldurun kafanızdan..
***öte yandan, tek kulağı bozuk kulaklıklarını atmaya kıyamayıp bantlayarak falan ısrarla kullanmaya çalışan ..her boka para bulup kulaklığa para bulamayan her gün de müzik dinleyen kaç kişiyiz onu da merak ediyorum.

***faydalı bilgiler de  vermek istiyorum bak bu çok faydalı bir bilgi olacak…eğer kilo vermek gibi bir uğraşınız varsa her duyduğunuzu yapmayın…misal soğan suyu….allaaahıııııııım hikmetinden sual olmaz ama…soğanı kaynat suyunu iç dediler…yalan olmasın 1 hafta falan içtim…hayır bir haftada işe yaramaz biliyorum ama zaten insan olan da bırak bir haftayı 3 gün içemez onu bırakın bu işleri gidin koşun falan terleyin hiç olmazsa…

*** son olarak hiç  sevmediğim bir şey de ,şiir….aslında hiç sevmediğim bir şey  Michael Jackson dansı  yapan kişidir…ama şimdi onu düşünüp sinirlerimi zıplatmama gerek yok en az onun kadar sevmediğim şiir konusuna değineceğim…yok arkadaşım etkilenemiyorum…şiirlerden etkilenemiyorum…çok samimiyetsiz geliyor bana….bak bestelesinler şarkı yapsınlar…o zaman yeri gelir kral olur benim için ama gel gelelim şiir sevmiyorum…sevmiyorum yani yapacak bir şey yok…duygusuz olduğumu soyleyen  arkadaşlarım var …en sevdiğim dil İspanyolca olduğundan…okuduğum bir kitapta geçen İspanyolca dizeleri onlar için  paylaşacağım ….:D

Torna, es solo un corazon,

Ten en tu mano

Y cuando llega el dia

Abre tu mano para que el sol lo caliente.

(al,bu bir yürek sadece,onu avucunda tut ve gün aydınlandığında aç elini ki güneş ısıtsın onu.)

***bir de bu hayvan çok güzel …:D

 

14 Nisan 2012 Cumartesi

Haaydi o zaman Inception!




       * Sol Anahtarı



                 Abdülhak Hamit Tarhan'ın Makber'ini bilirsiniz; kendisi, eşi öldüğünde vakit yitirmeden gidip yazmış Makber'i. İlk yaptığı şey onun yanından ayrılıp yazmak olmuş. Bunu öğrendiğimde garip karşılamıştım, davranışını uygun bulmamıştım hatta... Ama duygularımın en yoğun olduğu an anladım elime istemsizce kağıt alarak; yazmak göz yaşının yetmediği yerde devreye giriyordu ve duygularının o noktadan ötesini ancak o bastırıyordu. Hıçkırıktı benim için, akıtamayacağım kadar gözyaşı... Dindiriyordu da üstelik acının şiddetini. Abdülhak Hamit haklıydı, en doğrusunu yapmıştı artık benim için.

                 Yazmak hep orada bir yerde vardı bende, ihtiyacım olduğunda ulaşabiliğim bir kağıdım, kalemim. 6'mızın kullandığı bir tabir vardır; "zengin kalkışı" diye, aniden yaptığımız şeyler için kullanırız. Bu blog da bizim klasik spontanelerimizden biri oldu, yeni bir zengin kalkışı yani. Belki de hepimizin içinde olan o yazma hissinden ötürü oluştu, hadi bir başlayalım dedik ve kendimize taktığımız adlar altında her birimiz ayrı ayrı yazmaya başladık. Sonu ne olur bilmem ama güzel başlangıçlar hep umut verir bana.

                 Hani bloglar hep görselli olur ıvır zıvırlı olur ya, ben de anlam ve öneme uygun bir fotoğraf paylaşayım, malum konumuz başlangıç, Google'a başlangıç yazınca çıkan fotoğraf bu gençler, idare edin. Haydi selametle... :)



             

bir hikaye...


                Ryuuji'den...


                 2 hafta… Bakıldığında aslında o kadar uzun bir süre gibi görünmüyor. Ama bazen bu 2 haftada bir ömür yaşayacağın mutlulukları, heyecanları, yıkımları, üzüntüleri yaşayabiliyorsun.
                Görüşmenin zamanı gelmişti artık onunla. Birkaç gündür onunla görüşmenin heyecanını yaşıyordu, günler öncesinden ne giyeceğini, ne yapacağını hatta ne konuşacağını bile planlamıştı kafasında. Ama O, karşısındaki tam aksine gayet sakin, sanki heyecanı hissetmemiş gibi soğuk bir şekilde son güne bırakmıştı her şeyi. Son gün de apar topar nerede buluşulacağı halledilmiş, yine aynı soğuk havada takılmaya devam etmişti, O. Bunu haber verirken mesajla değil de arayarak söylemesi değişik bir heyecan yaratmıştı, ufak bir umut olmuştu, “acaba” diye düşünmüştü “benim hissettiklerimi o da hissediyor mu? Yoksa fazla mı umutlanıyorum, çok mu hızlı her şey?”
                Görüşmeden önceki son gece çok heyecanlıydı. Sabaha kadar uyuyamamıştı, artık vücudu bitap düştüğü için mecburen sızmıştı, ertesi gün de heyecandan uyuyamamıştı. Ama o kadar kötüydü ki uykusunu tam alamamıştı, canı sıkkındı. Bu katlanacağı sıkıntılara değecek miydi acaba? Bu olumsuz düşünceleri kafasından sildi ve saate baktı,  hazırlanmaya başlaması gerektiğini düşündü. Heyecanını bastırmaya çalışarak hazırlanmaya çalıştı, ama bir şekilde eli ayağına dolanıyordu. Ama ona rağmen bir şekilde hazırlanmayı başardı. “Cumartesi…” diye düşündü, “çok kalabalık olur bugün yollar. Biraz gecikeceğimi söyleyeyim.” Hemen telefona sarılıp mesaj attı, vapura bindiğinde çağrısını bekleyeceğini söyleyen bir karşılık aldı. Saatine baktı, artık çıkması gerektiğini anladı. Hızlı adımlarla otobüse ulaştı, tahmin ettiği gibi kalabalıktı, hem yollar hem olduğu yer. Bir an önce vapura ulaşmak karşıya geçmek ve O’nu görmek istiyordu. Ama sanki bütün yollar onun karşısında engel gibiydi. Sabretmeyi başardı ve sonunda iskeleye ulaştı. Vapura bindi, yerleşti ve haber edeceği aklına geldi. Tam telefonu eline almıştı ki telefon çaldı, arayan O’ydu. Nerede olduğunu soruldu, vapurun şu anda hareket edeceğini söyledi. “Ben de şimdi çıkıyorum.” yanıtını aldı. 20 dakika sonra olması gereken yerdeydi, beklemeye başladı. Ulaştığını bildiren mesajı gönderdi ve 10 dakika sonra O’na kavuşacağını gördü. 10 dakika sanki bir asır gibi gelmişti, ama sonunda muradına da ermişti. Elinde telefonla geldiğini gördü, kendisini aradığını biliyordu ama o telefon çalmadan yanına ulaşıp omzuna dokunmuştu bile. “Pardon, göremedim seni, ama beni gelip bulman iyi oldu uğraştırmadın.” diye karşılık aldı. Aslında bilmiyordu ki bu cevabın altında neler yattığını…
                Halini hatırını sordu O’na. Moralinin yerinde olduğunu, uykusunu aldığını ama sadece biraz trafik olduğunu ve ondan biraz geciktiğini söyledi O. Sahile doğru yürümeyi kararlaştırdılar, hava da çok sıcaktı o gün, serin bir şeyler yemek ya da içmeyi düşündüler. Uzun bir kararsızlıktan sonra en mantıklı olanı seçip milkshake aldılar. Onun da bu kadar kıvamlı olacağını da tahmin etmemişlerdi, pipetle çekmelerine rağmen gelmiyordu. Neyse elbet zamanla eriyecek o zaman daha rahat içilir diye espri yaptılar karşılıklı. Ufak tefek sessizliklerle geçen bir yürüyüşten sonra sahile ulaşmışlardı, biraz dolaşıp oturacak yer beğendiler. En sonunda gölge bir yere oturdular. Sohbet o kadar koyu değildi, arada sessizlikler oluyordu ama normal diye düşündü, önemli değil… Ama bariz işaretleri göremiyordu. Bir süre orada oturduktan sonra O, üşüdüğünü söyledi ve kalktılar. Sahil boyunca yürümeye devam ettiler. Yürüdükçe ısındılar, “Popom soğuktan donmuş, Allahtan güneş arkadan geliyor da ısıtıyor.” esprileri devam ederek yürüdüler.
                O sırada O, akşam arkadaşlarıyla olduğundan dolayı yorgun olduğunu söyledi. “Artık yürüyecek pek halim kalmadı, canım film izlemek istiyor. Bize gidip film izleyelim mi?” diye teklifte bulundu O. Bu teklif karşısında çok bocaladı, bir süre düşündükten sonra kararını olumlu yönde verdi ve teklifi kabul etti. Onunla yalnız kalmak için bir fırsattı ama her şeyin bu kadar tozpembe olmadığını hala fark edememişti. Otobüs durağına kadar yürüdüler, yolların ve trafiğin hala daha yoğun olduğunu, eve giden yolun uzun süreceğini anladılar. Yaklaşık kırk beş dakikalık bir yolculuktan sonra nihayet indiler. Ne kadar merkezi bir yerdeyiz, buraları da hiç bilmiyormuşum, diye düşündü. Kısa bir yürüyüşten sonra eve vardılar, gariptir ki fazla sessiz bir yürüyüştü. Eve vardılar ve içeri girdiğinde, vay be ne kadar güzel bir evmiş, diye düşündü. İçeri girdi ayakkabılarını çıkardığı sırada, O çoktan içeri gidip banyoya girmişti bile. Ne yapacağını bilemeden odaya adımını attı, salon olduğundan emindi ama yine de bir kararsızlık vardı içinde, acaba gerçekten doğru mu yapıyorum diye düşündü on defa belki de yüz. Ama sonra her şey için geç olduğunu ve geri dönüşün olmadığını fark etti, hatta bu durumdan memnundu da, neden tereddüt ettiğini anlayamadı. İlerleyip sola dönüp koltuklardan birine oturdu. Çok meraklı birisiydi, daha fazla dayanamayıp etrafı dolaşmaya başladı, ailesiyle ilgili onun hayatıyla ilgili fotoğrafları inceledi. Sonra yanlış anlaşılmasın diye merakını bastırıp tekrar geriye koltuğuna döndü, beklemeye başladı. O geldikten sonra banyoyu sordu, tam karşıda olduğunu gösterdi. Hızlı adımlarla banyoya ulaştı, hemen kapıyı kapattı ve nefesini düzenlemeye çalıştı. Kalbinin neden bu kadar hızlı attığını anlayamamıştı. Çeşmeyi açtı yüzüne su çarptı, bir daha çarptı ama bir türlü kendine gelemiyordu. Kısa bir süre aynada kendini izledi, düşündü, derinlere daldı. Hala daha bazı şeylerden emin değil gibiydi, ama bir taraftan devam etmek istiyordu diğer taraftansa çekip gitmek. Ama o yanlış kararı verip devam etmeyi seçti. Banyodan çıktı, yüzüne o bilindik gülümsemesini yapıştırdı ve O’nun yanına gidip oturdu. Evinin çok güzel olduğundan bahsetti, biraz havadan sudan konuşup geyik yaptılar. Sonrasında O, “Hangi filmi izleyelim? Bak orada bir sürü var, içlerinden seç birini.” dedi. Hangi filmleri izleyip izlemediğini bilmiyordu, bir film seçiyordu gösteriyordu heyecanla ama izlediğini söyleyince geri dönüyordu ve o anda buruk bir gülümseme oluyordu yüzünde. En sonunda ne izleyeceklerine karar verdiler, ilginçtir ki animasyon bir film izlemekte karar kıldılar, O’nun bu seçiminden dolayı ise biraz şaşırmıştı. O gidip içecek bir şeyler getirdi, yanında da atıştırmalıklar. Filmi başlattılar, biraz sıkıcı gelse de yalnız izlemediği için mutluydu, garip bir histi ve uzun zamandır bunu yaşamamıştı. Biraz dikkati dağıldı film izlerken, ortalarında sıkıldığında gizlice etrafına bakıyordu, çok çok gizli bir şekilde de O’na da.
                Filmin final sahnesiyle beraber heyecan artmış, gittikçe filme bağlanmaya başlamıştı. Sonlara doğru güzel bir finalle biten filmi düşünerek, her şey güzel olacak mı acaba diye aklından geçirdi. Filmin ardından, hemen onun hakkında konuşmaya başladılar, ne kadar beğendiklerini oyuncuların ne kadar iyi olduklarını tartıştılar. Ortak olarak ikisi de beğenmişti. Ardından saate baktıklarında ne kadar zaman geçtiğini fark ettiklerinde şaşırdılar, öte yandansa gurultular gelmeye başlamıştı. Bunu duydukları zaman kahkahaya boğuldular. Ne yemek istediklerini düşündüler, ikisi de kararsızdı, ikisi de kararı birbirine bırakıyordu. Önce, evde yapabileceğimiz bir şeyler var mı, diye sordu. O ise evde malzeme yok mecburen dışarıdan söylememiz gerekiyor, dedi ve internetten pizza söylediler. İkisi de bu markayı çok sevdiklerini söylediler, bir kampanyalarının hala devam ettiklerinden ve bunun yıllardır sürdüğünden söz ettiler. Daha önceki zamanlarda da bedava çok fazla pizza yediklerini söyledi O. Sipariş ettiler pizzalar gelene kadar koltuklara yayılıp anın tadını çıkardılar, geyik yaptılar, kahkahalar sessizlikler birbiriniz izledi. Pizzacı çocuk gelip kapıyı çaldığında da yine sessizlik vardı, tam zamanında imdada yetişti. Kalkıp pizzaları alıp parasını ödediler. Hemen bardaklar içecekler tabaklar hazırlandı ve yemeğe hazırdı her şey. Güzel anılardan bahsedip yemeklerini yediler, hatta fazla bile yemişlerdi ikisi de tıka basa doymuştu. Bunu tatlı doygunluğun üstüne koltuklara serildiler ve biraz yediklerinin yatışmasını beklediler. Sonra saatin yeterince geç olduğunu fark edip, gitmesi gerektiğini söyledi yoksa evde bazı sorunların yaşanabileceğini izah etti. Gariptir ki çok doğal karşıladı bunu O, ve memnuniyetle onu otobüs durağına ya da vapura götürebileceğini söyledi. Vapur güzel olur bu saatte diye düşündü ve arabaya atlayıp iskeleye gittiler. Yolda her zaman dinlediği müziklerden birkaçını dinledi, müzik zevklerimiz ne kadar benziyor neredeyse aynı şeyleri dinliyoruz diye geçirdi aklından. İskeleye az kalmışken ne kadar güzel vakit geçirdiğini düşündü ve bunun bitmek üzere olduğunu fark edince bir burukluk sardı onu. Ama belli etmedi hiçbir şekilde, her zamanki gülümsemesi vardı yüzünde iskeleye vardıklarında. O gülümsemeyle ondan ayrıldı, hoşça kal dedi ve el salladı. Ardından iskeleye yürüdü arkasına baktı ve onun yavaştan uzaklaştığını ve trafiğe karıştığını gördü. Nedendir bilinmez gözleri dolmuştu, derin bir nefes alıp gözlerini kapatıp kendine gelmeye çalıştı. Sonra kafasını kaldırıp vapura doğru yürüdü
                Eve vardığında saat gerçekten geç olmuştu, neyse ki bir sorun olmamıştı evde. Gayet mutlu bir şekilde eve girdi, ama sessiz olması gerekliydi. Mutlu bir şekilde hazırlandı ve yatağına girdi. O’nu düşünerek yatağına girdi ve uykuya daldı. Ertesi sabah çok ilginçtir ki uzun zamandır hissetmediği bir neşeyle uyandı gayet mutluydu, bunu da kimseye belli etmek istemiyordu, soranlara da bir şey yok diyip geçiştiriyordu. Günün bu şekilde mutlu geçirirken bu mutluluğunu kelimelere dökmek istedi ve bilgisayarını açıp yazmaya başladı. Yazdıkça devamı geliyor, kendi mutluluğunu kelimelere dökmek yetmiyordu. Yaptığı şeyleri, mutlu olduğu anları, beraber zevk aldığı durumları yazdı. Anlattıkça açıldı, durduramıyordu kendini, ama sonra fark etti yeterince yazdığını ve sonuca bağladı. O’na gönderip göndermeyeceğini ne gibi sonuçları olacağını düşündü, ölçtü tarttı durumu. En sonunda saf duygularıyla yazmış olduğu bu yazıyı ona göndermeye karar verdi. Kopyalayıp yapıştırdıktan sonra gönder tuşuna bastı. Artık her şey için çok geçti, istese de geri dönemezdi. Ama o halinden memnundu ve sonuçları ne olursa katlanmaya hazır olduğunu düşünüyordu. Acaba gerçekten öyle miydi?
                O gün bekledi bekledi… Ama ondan bir cevap gelmedi o gün boyunca. Canı biraz sıkılmıştı bu duruma. O kadar güzel geçen bir günden sonra hemen attığı mesaja güzel bir karşılık bekliyordu. Vakit öldürmek için bir şeyler yaptı, hatta geceyi zor etti. Hemen yatağına girdi ve ertesi günün bir an önce gelmesi için uykuya daldı. Ertesi gün okulu vardı, sabah hazırlandı mesajlarını kontrol etti hala bir şey yoktu. Hazırlanıp okula gitti, o günün kendisine zulüm gibi geldi, sanki dakikalar geçmek bilmiyordu bir an evvel eve gitmek için can atıyordu. Sonunda dersi bitmişti, arkadaşlarıyla takılmadan o gün direk eve geldi ve bilgisayarını açtı. “Oh be! Sonunda cevap gelmiş, hemen açıp okuyayım.” diye geçirdi aklından. Mesajı açtı, okumaya başladı gözleri satırları indikçe daha fazla açılıyordu şaşkınlıktan. Artık onlar maksimum seviyeye ulaştığında ağzı açılmaya başladı. Okudukları karşısında şok oluyordu, inanmak istemiyordu. Onun yazıp yazmadığından emin olmak istedi ama o yazmıştı kabul etmeliydi bu durumu. Mesaj kısaca şu şekildeydi: “Gerçekten çok güzel bir gün geçirdim, o anlattığın şeyleri okudukça gerçekten bir şeyler varmış gibi geldi aramızda. Ama aslında seni o kadar etkileyeceğimi düşünmemiştim. Doğrusu seninle ne kadar güzel bir gün geçirmiş olsam da aslında benim kalbim başkasına ait. Seni böyle üzmek istemezdim, ama gerçekler böyle…”
                Bu cümleleri okuduktan sonra bir süre kendisine gelemedi. Bilgisayar başında donup kalmıştı. Ne yapacağını düşündü, bu durumdan nasıl kurtulacağını. Paniklemişti adeta, sonra ellerinde ıslaklık fark etti, gözleri dolmuş ağlamıştı ama o kadar büyük bir şok yaşamıştı ki bunu daha sonra fark etmişti. Koşarak kendini yatağa attı ve hıçkırarak sessiz bir şekilde ağlamaya başlamıştı. Ağladı ağladı, ta ki gözlerinde yaş kalmayana kadar. Sonra bazı şeylerin kabullenilmesi gerektiğini anladı, rahatlamıştı elini yüzü yıkadı ve tekrar yatağına dönüp uyudu…

gizlilik esastı bir zamanlar..



*negerekvar




  O zaman merhaba sevgili blog yazarları;




 Blogdu twitterdı sevmem ben yani sevmezdim.
Yazanlara imrenirdim.insanlar düşündüklerini çekinmeden ne kadar da guzel ifade ediyorlar diye. Önce yavaştan twitter sonra da blog olayına girdik bakalım.


  Sevmem dedim ya öyle yazıp paylaşmayı. Bu yüzdendir nice yazıp yazıp silmelerim,bazı bazı küllerini savurmalarım. Gizlilik önemli benim için (CIA ciyim sanki:))belki korkaklık, belki bencillik. Özeller çünkü düşündüklerim,saçmaladıklarım ve hatta kırolaştıklarım. Her biri de içimde yaşadıklarım.

  Vel hasıl-ı kelam bir süre sonra birikiyor bilir misiniz? Söyleyemedikleriniz, yazamadıklarınız, dinletemedikleriniz, yarım kalanlar... içinizde yaşadıklarınız o küçük dünyadan çıkmak istiyor. İnsan denen kibri büyük kendisi küçük canlıdan kurtulmak istiyor. Paylaşılmak,bölünmek istiyor.

  Öyleyse iyisiyle kötüsüyle başlayalım diyoruz. Bir yandan *negerekvar da demiyor değilim ama hadi bakalım :)

Benim yalnız arkadaşlarım da var.


                                                                                                                                                                      *non domandare
Yooo aslında burada anlatacağımız kadar yalnız değiliz. Aşktan yana sıkıntılarımız var.(Kimin yok ki demeyin ağzınızı burnunuzu kırdırmayın.bazıları ne kadar mutlu baksanıza.) Bazen aileden yana bazen dosttan bazen de derslerden.yani olağan insanlık halleri.ki zaten bizim süper güçlerimiz var gözümüzden ateş çıkarıyoruz bizi okuyun demiyoruz.süper güçlerimiz olsa blog niye açalım değil mi??
Hee ne demiştim yalnızlık.bi de aşk bi de sevgi bi de bi de.. ben öyle sanıyorum ki en cok bu konuda yazıcam buraya.hani diyorum eğlenceli bişeyler yazıyım zorluyorum zorluyorum hayır bişey cıkmıyor.
Aşkın anlamsızlığı en çok kafamı karıstıran bi de surecin devamlılığı.yani mutluluk sanki kısa bi süreliğine bize veriliyor.Sonra da alınıyor.şey gibi biraz dünya üzerinde toplam mutluluk var ne azalıyor ne coğalıyor.  Belli bir zaman diliminde yasanan mutluluk miktarı hep aynı kalıyor.
Dedim ya aslında buraya yazdığım kadar umutsuz vaka değiliz. Tamam belki karsılıklı aşkı bulmakta güçlük çekiyor olabiliriz ama evrensel cekim yasaları sayesinde 6mız birbirimizi bulduk. Birbirlerini tamamlayan 6 kişi.
Bazı insanlar şanslı doğar hep buna inanmışımdır. bazıları da şansını kovalar durur. bazıları da bazen şanslı bazen de kovalayan taraf arasında mekik dokur. heh işte biz 6 kişi mekik dokuyan kısımdanız.
En son ne zaman güldük? En son ne zaman karnımıza ağrılar girdi gülmekten? Gözlerimiz, alnımız kırışana kadar gülmekten bahsedıyorum. Hani gülerken nasıl durduğumuzu önemsemediğimiz anlarımızdan. Bizim her anımız öyle desem inanır mısın bana? Kıskandın biliyorum , belki de inanmadın. İnanmadıysan çarpıya bas CANIM.

11 Nisan 2012 Çarşamba

her güzel şeyin bir başlangıcı var sonuçta*


çakıl havuzu...:)

Merhabalarrrrr****


**Çok gülüyoruz kahkahalar kahkahalar..biliyoruz  sanki bir potansiyel var, yazsak olacak ne bileyim bir film senaryosu değilse de belki bir reklam senaryosu olur diyoruz ama o daha zormuş…o zaman kasmaya gerek yok içimizden geleni  yazalım dedik……ben kısaca çakıl …J kendimden bahsedecek olursam  şu sıralar İstanbul ‘da bir üniversitede lisans eğitimimi almakla meşgulüm…o kadar başka da bir meziyetim yok…. memnun oldum efenim…:D
~Blog  açmak –yazmak yada her neyse yine zamanla olacak şeyler ama en büyük problem  kararsızlık kardeşim…biz zaten kararsız kazımlar pizza yemeye bile gidemeyiz bu yüzden…ben  dayanamadım yazmaya başlıyorum artık blog ismi de ben bu yazıyı yüklediğim sıralarda bulunmuş olur bakalım kısmet..:D




Yani ben aslında çok şey anlatmak istiyorum ama  açılış olarak hem birbirimizi tanıyalım falan…:D şu aralar- artık baharın etkisi var mı  onu da bilmiyorum –kafayı en çok taktığım konudan bahsedeceğim …..
~İnsanın çok güzel bir ailesi olması, sevdiği arkadaşları olması, istediği her şeyi olmasa da birçok şeyi alabilecek maddi gücü olması…sağlıklı olması falan…neden yetmez??




Çok taktım kafayı arkadaş…çok şey mi istiyorum  aşk isteyerek ???
Mesela zor bir insan da değilim …kolay aşık olurum …bir çocuk vardı anlatmazsam olmaz..:) tanrım nasıl güzel gülerdi….insan ilk görüşte aşık olur muymuş? Olmaz diyenlere cevaben olurmuş diyorum…fizik dersinden kalan pek çok yurdum genci gibi bende fizik dersini ikinci kez alırken ilk ders çocuğu görmüş ve aşık olmuştum gülüşüne….sonra ne oldu..olaylar olaylar…kapının yolu gözüktü…… gerçi bünye alışık platonik olmaya ama …unutmayı da öğrendim tabi..
….işin sinir bozucu yanı benim arkadaşlarımda böyle… sıkıldım ben çok sıkıldım….acaba diyorum başka bir evrende mutlu muyum? Mutlu muyuz?...




**Ben bu satırları yazarken isim de bulundu hayırlısı olsun…:D

~Tamam bende biliyorum kimse sultan Süleyman gibi çiçeğim böceğim güneşim ayım ruhum cennetim bilmem kelebeğim falan …demeyecek …zaten de demesin ama bir papatya yolan çıkmadı lan…
**Buradan gezip  gezip uzaktan bakan birine de seslenmek istiyorum ama vazgeçtim başka bir yazıda sesleneceğim ona…sırası değil :D



Süleyman demişken geçen gün Muhteşem Yüzyıl’ın çekimlerinin ortasında bulduk kendimizi…Meryem Uzerli  tüm güzelliğiyle orda duruyordu ..30 m ya var ya yok aramızda…ünlü görünce akla gelen ritueller geçiyor aklımdan bir el sallayım bir fotoğraf çekelim falan meryeeeem diye bağırmaya kalmadan izbandut  gibi bir adam hööööööööö  gelmeyin diye bağırdı bize….çok gereksiz hareketler yani 3 kız biz orda en  kötü ne yapabilirdik ki meryeme?? Bak aklıma geldikçe üzülüyorum ağlayasım geliyor falan dermişim…:DD o değil ben ünlü olursam böyle yapmam..:DD




**Konu dağılmasın diyeceğim…dağılıyor…dediler ki ölünce melekler dünyayı gezdiriyormuş ! dini inançlarım …çok kuvvetli değil…bazı şeyler çok uydurma geliyor bana…ama aklıma da yatmadı değil hani …. bunu da bir düşünün...
diyorum öyle bir hakkımız varsa …Fernando Alonso’yu  bir görmek isterim yakından…:D




Kimbilir... belkide vardır….:)